Enflasyon ve işsizlik aldı başını gidiyor. Ekonomik kriz, hȃlȃ devam ediyor. Her gün daha kötüye giderken....

Aaaaa... Kuşa bak, kuşa.

Bakıyoruz göklere... Sıra sıra kuşlar uçuyor. Kaşıkçı kuşu, fesli ibibik, ebabil kılığında cinsi belli olmayan kuşlar ve kazlar... Sıra sıra...

Yerden alkış tutanlar... Veya "hınk" deyiciler... Üzerlerinde cübbeler, isimlerinin önlerinde unvanlar.. Hepsi birileri tarafından giydirilmiş-bağışlanmış.

Eeee... Ne demiş atalarımız? "Gavurun ekmeğini yiyen kılıcını sallar."

Süslü cübbeleri-makamları-unvanları ile "Tavus kuşu" misali ortalıkta gezinenler, ağızlarını açıp konuşmaya başladıklarında, gerçek ortaya çıkıyor. Görüntü iyi olsa da ses berbat.

Gel de Ziya Paşa'yı anma:

"Bed asitane necabet mi verir hiç üniforma"

(Devamını bilenler bilmeyenlere anlatsın...)

Cemal Kaşıkçı cinayeti için, -bence- gereğinden fazla konuşuldu. Çok yönlü bir tezgahtı. Kanaatim: işin elebaşıları ABD ve Suudi Arabistan'da. CIA ve Prens Selman'a kadar dokunuyor.

Suudiler, olayın sorumluluğunu birkaç alt düzey memura yıkacaklar. Hapis cezası verecekler. Kısa bir süre göstermelik hapisten sonra, her şey unutulacak. Hapistekiler de bir şekilde serbest kalacaklar.

ABD'ye gelince... Milyarlarca dolarlık ekonomik potansiyeli, Kaşıkçı gibi sıradan bir "kullanılan eleman" için harcayacak değil ya... Tabii, o da prenslerinin kurtarılmasına göz yumacak-destek olacak.

Olan Kaşıkçı'ya oldu.. ".. yoluna gitti tangır tangır."

Buraya kadar hepsi tamam...

Zira, uluslararası siyasette, devletlerin menfaatleri için harcanmayacak adam yoktur.

ABD, yıllarca kullandığı APO'yu kendi elleriyle getirip bize teslim ettiği gibi, Kaşıkçı'yı da Suudilere teslim etti.

Aradaki fark: bizim devlet adamlarımızın ABD karşısındaki teslimiyetçi tutumuna karşılık, Suudilerin acımasızlığı-gaddarlığı.

Laf aramızda, biz, -Türkiye Cumhuriyeti olarak- 35.000 kişinin "idam cezası almış" katiline yasal cezayı uygulayamazken, Suudiler bizim topraklarımızda parçaladıkları muhaliflerini asitte eritip yok ettiler.

Ve Kaşıkçı konusunda, "tuz-biber eken" açıklama, Kabe'den Cuma hutbesinden geldi.

Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi işlerinden sorumlu, aynı zamanda Kabe imamlığı görevini ifa eden Şeyh Dr. Abdurrahman es-Sudeysi, hutbede, Kaşıkçı olayını, "İslȃm'a karşı tezgah" olarak nitelerken, olaya adı karışan Prens Muhammed bin Selman için, övgüler yağdırdı. Prens bin Selman için, 'Ulu l-Emir'imiz (Emir sahibi) gözetiminde mübarek topraklarımızda başlatılan reform yürüyüşü Prens bin Selman'ın isabetli vizyonuna uygun bir şekilde devam etmektedir' ifadelerini kullandı.

Adam.. Din adamı.... Kabe'nin imamı... İslamiyet için, olabilecek en yüce makamlardan birine gelmiş.. Ama..

O makamlara nasıl geldiğinin farkında olduğundan; devletindeki hukuk ve demokrasi anlayışının da etkisi ile "taban yalıyor.."

Bu kafaya göre: Allah korkusu-kul hakkı- Müslümanların kardeşliği- bir Müslüman'ın, kanı-canı-namusunun diğer Müslümanlara haram olması.. Hepsi hikaye..

Bunlara, "din kardeşim" demeye utanıyorum.

...

Gelelim ikinci olaya...

İki kahramanı(!) var… Biri fesinin püskülüyle maruf… Bir kişi ki püsküllü kendisinden maruf, konuşmayı değmez…

Ama… Biri daha var…

Adil Özkan'ın tez hocası, Abant toplantılarının müdavimi, Feslinin ziyaretçisi, 10 Kasım ve Atatürk konularının suskunu, süslü cübbeli, fes üzerine imam sarıklı diyanet işleri başkanı için ortaya dökülenler entresan görüntü yaratıyorlar..

Onlardan biri de, Diyanet-Sen Genel Başkan Yardımcısı Hacıbey Özkan.

Beyefendi açıklamasında buyurmuş ki: "Diyanet İşleri Başkanımız olsun Cumhurbaşkanımız olsun veya üst makamdaki herhangi bir kişinin hasta olan veya cezaevine düşen sonucunda da rahatsız olan kişilere ziyaret etmesini insani bir görev olarak görüyoruz. Diyanet İşleri Başkanımız insani bir görev yapmıştır. Tabii bunu bahane eden bazı kesimler olmuştur. Diyanet-Sen olarak buna karşı biz de tavrımızı ortaya koyduk. Bu anlamda biz Diyanet İşleri Başkanımızın arkasında duruyoruz."

Ama her ne hikmetse.. "Niçin 9 Kasım? Niçin 10 Kasım için hiç bir açıklama yapmadı? Cuma hutbelerinde bir Fatiha'yı niçin esirgedi?" sorularını sormamış.

Sendikasını bilmem; -memuriyeti nedeniyle- kendisini zorunlu hissederek yapacağı açıklamaları ciddiye almam ve üzerinde durmam ama...

Sormadan da edemeyeceğim.. Ya Atatürk olmasaydı, namusunuz-şerefiniz ne olurdu?

Bir de...

Tamamı değil ama...

Bilerek veya bilmeyerek "şirk" e düşenleri kastederek soruyorum:

Böyle din adamlarının arkasında namaz kılmak caiz mi